Tanrı düşleri korkulardan arınalım diye yarattı.
Biz korkular yaratmak için koşuyoruz düş patikalarında.
Başkalarından arta kalmış yontularla evler yapıyoruz.
Sığıntılarımıza hancılar arıyoruz, unutkanlığın en sert şarabını
sunsun diye...
Ve gökten kılıçlar düşsün diye yalvarıyoruz,
Bir bir yarsın diye başlarını ihanet başaklarının.
Suskunluğumuza bir neden sunsun diye kara kitaplar,
Büyüler tılsımlar topluyoruz yalancıların dillerinden.
Kadınların seslerinde ağıtlar yakıyoruz,
Kısır bir bulut gibi çöreklenen karanlık,
Yağmıyor düşmanlarımızın topraklarına,
Toprak yağıyor gün be gün dostlarımızın boğazlarına.
Bir bir öldürüyoruz çocuklarımızı , korkak nesillere adak diye.
Ve kan , damarlarımıza ilk düştüğü gün gibi kokmuyor artık.
Zincirler ve küller üzerine krallıklar kuruluyor yıkılıyor hergün
Hırsızın ve kralın kanı aynı körpe kara nehiri besliyor.
Gözleri kendi lanetine bulanmış cadıların dilinde dolaşıyor adlarımız.
Toprak çanaklarda inliyor dindirilmemiş uykusuzluğu suyun.
Derin göller için açılan yelkenleri soğuğun , çeliğin bıraktığı
bir iz yalnızca.
Kim kaldı bu topraklar üzerinde yarasız soluk alan bir kalbe
sahip?
Yırtılmamış bir göğüs kaç bedende kükrüyor artık ?
Aksayan sarkaçlardan artmış geniş beklentilerimiz var.
Başkaları geçerken ölülerimizin üzerinden ağır ve ezen adımlarla
,
Biz yere çirkin ve kötürüm bir kelebek kararlılığında basıyoruz.
Omuzlarımızdan sonra bizi terkeden kollarımız kendi kadınlarımızı
hoyratça sarıp ,
Aklımızdan sonra bizi terkeden yüreğimizin bıraktığı boşluğa
saplıyor.
Ruhlarını gölgeleriyle ölçen birer kaçağız.
Yasak ormanın , kaçak avlanacak kuşları olabilmek için.
Saklanarak ölebilmek acısız sandığımızdandır ,
Adımızı kendimize bile söyleyemememiz.
Bu toprakların adı Izza ,
Burada rüzgar bedenlerin içinden akıp geçer.
Yok sayıyor Tanrı artık bizi...