RÖPORTAJ

    Hiç kederlenmemeye, ağlayıp üzülmemeye yemin etmiş gibi bir hali var Meltem'in. Her fırsatta buğulu boğuk sesiyle hıçkırır gibi gülüyor, gülerken üst dudağı yukarı doğru kalkıyor, köfte dudaklarının arasından güzel beyaz dişleri mutlaka görünüyor. Sürekli hiperaktif bir görüntü veriyor. Peki bu kız ne zaman kendini bırakıp ağlar?

     En son 1992 yılında çok ağlamış. Ondan sonra yaşadığı hiç bir acı, abisi Acar'ı 32 yaşında akciğer kanserinden kaybettiğinde yaşadığı acının yanına yaklaşamamış. Abisinin ölümünün bütün hayatını, acıya olan bakışını değiştirdiğini söylüyor. "Ölümden gayrı her şeyin önüne geçebileceğimi o zaman anladım. O güne kadar arkadaşının en ufak bir sözüne kırılıp ağlayan, kırık not alınca hırsından ağlayan, herşeye çok çabuk üzülen bir kızdım. Ama büyük bir acı insanın hayata bakışını değiştirebiliyor."

     Meltem, 22 yaşına kadar getirdiği, üzüntüsü de neşesi de çocuksu bir hava taşıyan narin karaterini büyüdüğü aileye borçlu. Doğduğunda babası 41 annesi 32 yaşında. Önünde 13 ve 7 yaşlarında iki abla, 10 yaşında bir abi var. Doktor sağlığın için duracaksın deyince "Funda"lıkların(büyük abla) ve "Yonca"lıkların(küçük abla) üzerinden esen Meltem 1970 yılında Akşehir'de dünyaya geliyor. Meltem doğunca ailede bir otomobilin gereksinimi iyiden iyiye hissediliyor ve kapıya beyaz bir Murat 124 çekiliyor ; (Ben 40 günlükken yeni arabayla Akşehirden İstanbul'a gitmişiz. Arkada üç çocuk, ben annemin kucağında. Babam acemi şoför olduğu için bayağı zorlu bir yolculuk olduğunu söylüyor ablamlar.)

     Baba iş bankası müdürü olduğu için Meltem'in çoçukluğu o ilçeden bu ilçeye gezerek geçti. Kendini bildiği yer Nevşehirin Avanos ilçesi çoçukluğunun en komik anılarından biri beş yaşındayken yaşadığı Dinar'dan:(İlçedeki sirkten bir şempanze kaçtığı söylendi ve herkez bunu konuşmaya başladı.  Şempanze kediyi boğmuş, şempanze çocuğu kaçırmış gibi söylentiler yayıldı. Bir de Deli Nihat vardı. O da tüfeğiyle şempanzenin peşine düştü. İşte o günlerde evimizin terasında Yonca ablamla evcilik oynuyorduk. Evimiz yüksekteydi, ama bir çınar ağacının dalları terasa uzanıyordu. Birden o dalların arasından şempanze geldi, ablamın uzun saçlarına yapıştı. `Şempanze geldiiii` diye çığlık attım. Evde çalışan bir kadın vardı, o da mutfaktan sesleniyor `kanatlı mı kanatlı mı`. Kadın ne bilsin ağaçtan geldiğini uçarak geldi sanmış."

     Meltem tıpkı çocukluğundaki gibi bugün de "ailesinin küçük kızı." Kimse alınır mı diye düşünmeden tereddütsüz söylüyor: " Ailede herkes en çok beni sever." Çocukluğunda sevgiyle ve ilgiyle doyurulmuş. Ne baba otoritesi sökmüş ne abla dayağı: "Babam otoriterdi. Mesela kendini öptürmezdi. Ama bu kuralların hiçbiri bana işlemedi. Ben hep onun küçük kızı oldum. Bir de üç çocuktan sonra tecrübeli bir baba olmuştu. Herşeyimle çok yakından ilgilendi. Bana annemden çok ablalarım baktı. Annem daha çok bir süpervizör gibiydi. İşleri yukarıdan kontrol ederdi. Yonca ablamdan çok dayak yedim. Beni hep çimdiklerdi. Ama sonra yine kıyamazdı. Hepsi üzerime titrediler, beni korudular."

     İyi niyetlerle şişirilmiş bir ego, onun getirdiği özgüven ve yetenek Meltem'i sanata doğru itti. 13 yaşında İstanbul'a taşındıktan sonra annesinin yönlendirmesi ile  Sait Sökmen dans okuluna devam etti. Liseyi bitirir bitirmez de Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarına girdi. Yalnızca yetenek ve öz güven yetmez, çalışmakta lazım. Meltem'in öğrenciliği ve kariyeri çalışkanlığıyla ilgili hikayelerle dolu. Mesela konservatuvarda çalışkanlığından ve hırsından sarılık olduğu söyleniyor: (Okul sabah yedide açılırdı, ben yedide kapıda olurdum. Akşam kapanıncaya kadar da çalışırdım. Okul çok pisti, temizliğini filan kendimiz yapardık. Tuvaletlerden, bütün gün pis sahnelerde sürünmekten kaptım hastalığı. Felaket bir sarılıktı. Bir daha ayağa kalkamıyacağımı sandım.) Yeni Yüzyıl gazetesinde her hafta yaptığı röportajlara nasıl hazırlandığını onu uzaktan tanıyan bir gazeteci anlatıyor: (Meltem Cumbul'u sürekli arşivde bir şeyler okurken görüyordum. O hafta konuşacağı kişinin hakkındaki bütün yazıları arşivlerden çıkartıp okuyordu. O zaman ne çalışkan kız diye düşünmüştüm.)

     Meltem en çok çalışmanın yararına inanıyor:  "Benim bu güne kadar en güzel iltifatı Sahte Dünyalar'ın yönetmeni Taner Akbaydar'dan aldım. `Neden ışıkçı en iyi ışığın sana yapmaya çalışıyor? Neden görüntü yönetmeni en çok senin üstünde çalışma yapıyor. Neden ben yönetmen olarak en çok senin üstünde çalışma yapıyor. Neden ben yönetmen olarak en çokseninle diyalog çalışıyorum' diye sormuştu. Burada insanlarla iyi ilşki kurmak kadar işe gösterilen özen var. Ben bu özeni çalışarak gösteriyorum."

     Meltem bugüne kadar kendini hep hayatın başında gibi hissetmiş, hala öyle hissediyor. Nasıl bir yaşlılık hayal ettiğini sorunca gözleri parlıyor: " Köşesine çekilmemiş, hala aktif olarak çalışan, çocuklarıyla ilgilenen bir yaşlılık hayal ediyorum." Demek ki bir aile kurulacak:                "Tabii aile kurmamak gibi bir şey benim için sözkonusu olamaz. Nasıl biriyle evleneceğimi merak ediyorum, ama bir yandan da o gelip beni bulacak diye düşünüyorum. Onu ilk gördüğümde işte bu benim çoçuğumun babası, evimin reisi olacak adam diye düşüneceğim."