ŞEYTANLA
BİR GÖRÜŞME
Şeytanla
kabristanda karşılaştılar. Şeytan çok neşeliydi.
Adam sordu: "Bu ne hâl?"
"Altın devrimi yaşıyorum." diye cevap verdi şeytan.
Adam anlamazlıktan geldi: "Ne demek istiyorsun?" "Sen de pekâla
biliyorsun" dedi, "Asırlarca âhir zaman dedim durdum. Şimdi
artık mutluyum. O Asr-ı Saadet'te neler çektiğimi bir ben
bilirim. Hangi sahabeyi görsem dizlerimin takatı kesilirdi. Hele Ömer,
onu görünce saklanacak delik arar, yolumu değiştirirdim. Daha sonra
da rahat yüzü gördüm sayılmaz.
Sahabeler gitti, müçtehidler geldi. Her asırda bir kutup, bir müceddid, nice alim, nice veli... Bana rahat yüzü mü gösterdiler?. Geylânî gitti, Gazali geldi; Rabbanî gitti, Mevlâna geldi.. Selçuklunun çöküşüyle biraz rahat edeceğimi sandım. Ne gezer. Al sana Osmanlı Ama şimdi altın devrimi yaşıyorum. Evet altın devrimi. Şeytan, daha sonra da bir nârâ atarak "Gün benim, devran benim" diye ekledi.
"Milyonlarca, milyarlarca insanı nasıl yoldan çıkarıyorsun? Bunu hangi kuvvetle yapıyorsun?" diye sordu adam. Şeytan bir kahkaha savurdu: "Allah'ın onlara verdiği kuvvetle!" "Nasıl olur!?"
"Anlatayım,"
dedi şeytan. "İnsana takılan bütün âletler, duygular,
verilen bütün hisler, kuvvetler hep Allah'ın ihsânı. Ben o insana
Allah'ı unutturuyorum. İçine vesvese atıyor, ne lâzımsa
yapıyorum. Oyunlar tezgâhlıyor, tuzaklar kuruyorum. Sonunda bana
uyarsa, Allah'ın bu ihsanlarını benim istediğim yönde
kullanıyor. İşte bütün mesele bu kadar basit."
"Demek sen Allah'ı biliyorsun?" diyerek hayretini belirtti adam.
Şeytan acı
acı gülerek; "Öyle lâf ediyorsun ki şaşıyorum"
dedi.
"Hiç bilinmeyen bir Zât'a isyan edilir mi? Onu bilmeyen mi var? Ama
kimisi Kur'an'ı dinler, emirlerine uyar. Kimisi de beni dinler, isyan
yolunu tutar. Bu ayrı mesele."
Adam, şeytana silahlarını sordu. "Bunları ezberlemeye hafızan yetmez," dedi şeytan. "En çok kullandıklarım dünya sevgisi, benlik dâvâsı, şehvet, gazap, hırs, haset, riya. Herkesin nabzına göre şerbet veririm. Birine aldanmazsa, diğerini sunarım. Kendime bağlayıncaya kadar peşini bırakmam. Bunu başardım mı işim kolaylaşır. Artık ben o kişinin ardına düşmem. O beni takip eder."
Şeytan onu
bir kabre götürerek "Bak" dedi. Adam baktı. Toprağın
altı da, üstü gibi seyredilebiliyordu
Şeytan, "Şu var ya," dedi, "Bil bakalım, erkek mi,
kadın mı?"
"Ne bileyim ben," diye cevap verdi adam.
Şeytan "vaktiyle" dedi, "şu kemikler bir kadının,
şu ileridekine de bir delikanlının bedenleri sarılıydı.
İkisini de rahatlıkla parmağımda oynatıyordum. Bu kâinatı,
ondaki harika hadiseleri, insanın mükemmel yaratılışını,
ölümü, hesap gününü, kısacası, her hakikatı unutturdum
onlara. Şehvetten başka birşey düşünmez oldular. Bir ömür
boyu hayvan gibi yaşadılar. Şimdi de azap çekiyorlar."
Mezarlıkta
biraz ilerlediler. Şeytan bir başka kabri gösterdi: "Bil bakayım,"
dedi, bu kemikler zengin kemiği mi, fakir kemiği mi?"."Kemiklerden
birşey anlaşılmıyor" dedi adam. Ama mezar taşından
bu şahsın vaktiyle zengin biri olduğu belli.
"Evet," diye cevap verdi şeytan. "Ben bu adamı
servetiyle gururlandırdım. Mal sevgisi gönlünde o kadar yer etti ki,
işin birini bırakıp diğerine koşuyor, rüyalarında
bile parayla uğraşıyordu. Ona rahat yüzü göstermedim. Gayri meşru
kazançların peşinde koşturdum. Zâlim ettim, hırsız
ettim, mağrur ettim... Bunlar onu mahvetmeye yetti; şimdi ilk hesabını
veriyor. Şu berideki de bir fakirdi. Onu da bunun malına haset
ettirdim. Kalbine kin ve nefret tohumları serptim. Bu kadarla da kalmadım,
onu ruhî bunalımlara ittim. Sonunda kaderi tenkide kadar götürdüm. O da
bir başka azap içinde. İşte bir taşla iki kuş vurmak
diye buna denir."
Sözün burasında
hiç alâkası yokken yine, "Şu Osmanlılar yok mu," diye
içini çekti, şeytan" kendileri gittiler ama, yine de bana çok çektiriyorlar.
Fakat ben de intikamımı iyi aldım."
"Nasıl aldın?" diye sordu adam.
"Anlatayım," dedi. Bunu söylerken göğsünü kabartmış,
ellerini koltuklarının altına sokmuş, başını
gururla dikmişti:
"Asırlarca dinin, imanın ve namusun bayraktarlığını
yaptılar. Nice plânlarımı akîm bıraktılar. Nice
insanları Allah'a secde ettirdiler. Fakat, şimdi ne oldu? Onların
torunları benim peşimdeler. Hâyâ perdelerini sıyırıp
çöpe attım. Şimdi birbirlerinin namusuna kötü gözle bakmayı
hüner sayıyorlar. Bu manzara beni keyfimden çıldırtıyor.
Dahası da var. Dün Osmanlının isminden dehşete kapılan
Avrupalı, bugün memleketinize rahatlıkla giriyor. İstediği
gibi eğleniyor ve Meyhanelerinizde, kızlarınızın taşıdığı
içkileri içiyorlar.Bu konuşmaları dinlerken adamın içinde bir
sıkıntı belirmiş ve şeytanın kendisini ümitsizliğe
düşürmek istediğini anlamıştı. Elbette daha fazla
konuşturamazdı:
"Her kışın
bir baharı, her gecenin bir neharı vardır." diye başladı
söze. "işte şimdi bu bahara girmek üzereyiz. Sözünü ettiğin
pespaye gençliğe bedel din, vatan millet için gece gündüz çalışan
çırpınan, göz yaşı döken yeni bir gençlik daha yetişiyor.
Hem de akıl almaz bir hızla. Bunu sen de biliyorsun. Nitekim onlarla
durmadan uğraşıyorsun. Öyle değil mi?"
Şeytan adamın söylediklerini inkâr edemezdi. Ve yanından ayrılırken
"evet" dedi biliyorum.
Ama yine de onlarla uğraşacağım." deyip, kaybolması
bir oldu.
Kaynak: Doç.Dr. Alaaddin ZARİFOĞLU- www.kubacami.org