ÇEKTİĞİMİZ HEP DİLİMİZDEN
Eğer insanlar gerçekleri açık
ve cesur bir ortamda eşit şartlar altında paylaşabilselerdi;
yüzlerinden başka, gıyaplarında başka olmasalardı,
savaşlar çıkmayacaktı; kavgalara, üzüntülere yer kalmayacaktı.
Tüm felaketlerin, hatta ebedî kahroluşların ardında, gıybet
tohumlarını bulacaksınız. Tüm kötülükler, gıybeti
de beraberlerinde taşırlar.
Burada öylesine gizli, iğrenç ve vebadan hızlı yayılma gücü
olan bir hastalıktan söz ediyoruz ki, ondan kurtulmak ancak ısrarlı
bir savaşın, derin bir içtenliğin eseri olabilir. Gıybet
tuzağında tüm iyiliklerinin yok olup olmadığını
merak eden, konuşmalarını gözlemlemeli ve gıybet biçimleri
üzerinde çok düşünmelidir.
Gıybet çeşitleri
1- Aleni, sade gıybet:
Sevgili Peygamber "Sallallahü Aleyhi Vesselem" gıybeti Birinizin,
kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır!
şeklinde tanımlamış; Din kardeşinin yüzüne karşı
söylemediğin şeyi ardından söylemen gıybetti demiştir.
Bir kişinin gıyabında ondan hoşlanmayacağı şekilde,
hakkında doğru olan birşeyi söylemek, alenî gıybetin ta
kendisidir. Futbolcuların oynama stilleri üzerinde konuşanları
dinleyin; sanatçıların özel hayatlarına burunlarını
sokan magazin tutkunlarının neler anlattıklarına bakın.
Komşularınız, eşiniz, dostunuz ve hatta kendi evladınız
hakkında gıyaplarında konuşurken hangi üslubu kullandığınıza
bakın. Çoğu insan, değil gıybet ettiklerini, başkalarından
bahsettiklerini bile fark etmiyorlar. Siz isimleri geçen insanların
yerinde olsaydınız, kendinizden o şekilde söz edilmesinden hoşlanır
mıydınız?
Eğer hakkında konuştuğunuz kişi huzurda olsaydı, cümlelerinizi,
hatta o andaki duruşunuzu değiştirme ihtiyacı duyar mıydınız?
Eğer öyleyse-doğruları söylemeniz şartıyla-yaptığınızın
adı gıybettir ve bu, gıybetin en sade formudur
2- İftiralı gıybet
Başkasından"veya dostlarımızdan" duyduğumuz
bilgiyi aktardığımızda, sözlerimizin gıybeti aşarak
iftiralı gıybete dönüşme ihtimali en az %80'dir.
Çünkü insanların %80'i duyduklarının doğruluğunu
tahkik etmezler; duygularını ve tercihlerini dolaştırdıkları
söze katarlar; üstelik hafızaları bozuktur, bilgi dilden dile dolaşırken
kırk farklı kimliğe bürünür. Bu konuda sürekli hassas
davranmayanların ise defalarca iftira atma ihtimalleri %100'dür.
3 -Gizli gıybet:
Çoğu zaman yaptığımız, kalbimizden geçirmek, yani
zannetmek suretiyle gıybete girmektir. Gıybetin ne kadar kötü olduğunun
vurgulandığı âyette, Kur'ân şöyle der: "Ey iman
edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı
günahtır. Birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın."
Bütün zanlar ve tahminler değil; ama kimi zanlar, gıybet hâlini
almaktan kendini kurtaramaz. Hazret-i Gazalî, bunu "kalp ile gıybet
şeklinde tanımlamış; "bir kimsenin ayıbını
insanın kendi kendine söylemesini" bile reddetmiş; kalp ile gıybeti,
"gözü ile kötü birşeyi görmeden, kulağı ile duymadan,
bir kimseye suizanda bulunmak" şeklinde tarif etmiştir.
Şefkatli Yaratıcımız, kendisine karşı işlediğimiz
suçlardan pişman olduğumuzda bizi bağışlayacağını
söylüyor; ama kul hakkıyla şehit bile olsak, affımızı
vaad etmiyor. Allah, kullarının haklarını kendi hakkından
önemli tutmuştur. Haksız suizandan kul hakkı doğar. Gıybet
temelde insanlara karşı işlenen bir suçtur ve onun affedilmesi
yetkisi, gıybet edilen insanlardadır.
Bu yüzden masumun ahlâkı, onuru hakkında delil olmaksızın
kötü zanda bulunur da içimizdeki kötü zannı doğru kabul edersek,
ağır bir bedel ödeyeceğiz.
Peygamber "Sallallahü Aleyhi Vesselem" der ki, Bir kimse kardeşini
bir kusur ile ayıplarsa, o kimse ölmeden o kusuru işler.
Başkalarının hoşlanmadığımız özelliklerinin
hangi şartlardan kaynaklandığını nereden biliyoruz?
Kimlerin hangi zorluklar yoluyla kaderleri tarafından eğitildiklerini
bilmeksizin, kimi kusurlu gözüken yönlerinin gizli bile olsa gıybetini
yapmaya ne hakkımız var!
Değerli bir insan bize şunu anlatmıştır: Orta Doğu
Teknik Üniversitesi fizik bölümünü kazanmış; bölüme kayıt
kuyruğunda yanındaki kişiyle konuşurken, onun dokuz yıldır
okulu bitiremediğini öğrenmiştir. İçinden, "Vay
dangalak, bir okul dokuz yılda bitirilemez mi?" diye geçirmiş ve
kendisi de o okuldan ancak dokuz yılda mezun olabilmiştir.
Başımıza gelenlere bakalım; orada açık veya gizli gıybetleri
yapılmış insanların haklarının iadesini görebilecek
miyiz?
Münafıkâne/ikiyüzlü gıybet:
Gıybetin en utanç verici biçimidir ki, İmam Gazalî buna münafıkâne
gıybet demiştir. Gıybeti yapan şöyle der: Allah affetsin, o
da bizim gibi bazen karıştırıyor, İnşaallah düzelir,
daha iyi olur. Bu gibi sözlerle görünürde hakkında konuştuğu
kişiyi sevdiğini, iyiliğini dilediğini demeye çalışmakta;
ama gizliden gizliye de o kişinin bozulmuş olduğunu, yanlışlar
yaptığını ima etmektedir.
Dinleyenin ikiyüzlülüğü de şu şekildedir: Boşver gitsin,
gıybet oluyor.
Bunlara benzer sözleri söylerken, aslında gıybeti gerçekten
engellemek istemiyor; görünürde aksini savunsa da, içten içe o kişi
hakkında gıybet yapılmasından hoşlanıyor.
Söz taşımalı gıybet:
İnsanların sözlerini muhataplarına ara bozmaya yol açacak
şekilde taşımak biçimindeki gıybettir. Şöyle der
Peygamber "Sallallahü Aleyhi Vesselem" (Arabozucu) söz taşıyan
cennete giremeyecektir.
Kur'ân bizi uyarır: Ey inananlar, eğer bir fasık size bir haber
getirirse onu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir kavme sataşırsınız
da yaptığınıza pişman olursunuz.
Hasan-ı Basrî şöyle der: Başkalarının sözünü sana
ileten, getiren, muhakkak senin sözünü de başkalarına iletir. ...Zira
onun yaptığı hem gıybet, hem zulüm ve hıyanet, hem de
aldatma ve haset, hem nifak, fitne ve hiledir.
Kitlesel gıybet:
Yukarıda ayrımlaştırılan gıybet türleri tek tek
bireyler hakkında olabileceği gibi kitleler ve insan toplulukları
hakkında da olabilir.
Bir topluluk hakkında gıybette bulunanın kurtulabilmesi için o
topluluğun tümünden affedilme dilemesi gerekir.
Kitlesel gıybet, bir insanın irtikap edebileceği, altından
kalkılması en zor, en acınası, en dehşetli gıybettir.
Yukarda geçen âyetin ..
" Yoksa bilmeyerek bir kavme sataşırsınız..."
şeklindeki bölümü, "bir kavme sataşma" terimiyle suçun
kitlesellik tehlikesine vurgu yapmaktadır.
Filan partilileri, falan spor takımını tutanları, filan
cemaat, din veya mezhep mensuplarını veya filan ırka, milliyete
mensup insanları küçümseyen, onlarla alay eden gıybetçilerin ebedî
âlemde ödeyecekleri tazminat inanılmaz ağır olacaktır.
Bu açıdan örneğin yalnızca bir Temel fıkrasını
anlatan, eğer bu fıkra Karadenizlileri rencide etmişse, tümüne
bunun manevî tazminatını ödemeye mahkûm olacağını
iyi bilmelidir.
Eğer bir Nasrettin Hoca fıkrası anlatacaksak, "Acaba merhumu
gıyabında rencide eder miyiz?" diye korkmalıyız. Birkaç
kişiyi on saniye güldürmek uğrunda şerefimizi ateşe
veremeyiz. En dehşetli akıbetler alay edenler için hazırlanmıştır
ki, Kur'ân onlar hakkında, onların "vay hâline!" buyurur Hümeze
sûresinde.
İnanç sistemimizi aşağılayan, kitlesel gıybetler ve
iftiralar yapan sözler medyada hemen her gün yayınlanıyor. Bu saldırıların
her birini ruhumuzdan kanlar fışkırtan paslı mızraklar
olarak algılıyoruz.
Onurumuza yapılan bu saldırılar çoğu zaman uykularımızı
kaçırıyor. Okul kapılarında ağlaşan gencecik
evlatlarımızı gördükçe çaresizlik çığlıkları
koparıyoruz. İnsanlık onuruna saygı duyan herkes, bu
kitlesel gıybet ve iftiralar altında inliyor.
Türkiye'de bir siyasetçi bir diğer siyasetçiye " onbaşı"
diyerek, onbaşılığı aşağıladı. Bir
veya iki onbaşı rencide olduğu için manevî tazminat davası
açtı ve kazandı. Tüm onbaşılar da aynı davayı açabilir
ve aynı tazminatı kazanabilirlerdi. Hatta eğer Türkiye'de
insanlar haklarını korumak için dava açma cesaretine ve alışkanlığına
sahip olsalardı, o tür sözleri söyleyenlerin tüm servetleri tek bir cümle
yüzünden eriyip gidebilirdi.
İnsan adaleti bu onurlu sonucu gerektiriyorsa, ebedî adaletin bu hesabı
soracağından kimsenin şüphesi olmamalıdır.
Kaynak: ?