"Asiye"yi Bu Kez ABD Kurtaracak!
By Yusuf Kaplan
ABD'nin, uluslararası hukuku hiçe sayarak, örneğin BM'den onay almaksızın, NATO'yu
kullanarak Kosova'ya müdahalede bulunmasıyla 18 Nisan seçimleri arasında doğrudan
olmasa da dolaylı ilişkiler var.
Burada geliştirmeye çalışacağım argümanı daha bir netleştirebilmek için ABD'nin
Kosova'ya yaptığı "olağanüstü" müdahalaenin, Orta Doğu'ya, Kafkaslara,
Orta Asya'ya yaptığı askeri, ekonomik ve stratejik müdahalelerin bir uzantısı olduğunu
gözönünde bulundurmak zorundayız.
Bu tabloya bir de Apo'nun Suriye'den "çıkartılarak", Avrupa'da kapı kapı
dolaştırılması ve nihayet Kenya'da yakalanıp Türkiye'ye teslim edilmesi sürecinde
bir film şeridi gibi cerayan eden olayları eklediğimizde 18 Nisan seçimlerinde ortaya
çıkan sağ ve sol milliyetçi rüzgarın nasıl ve niçin estirildiği gerçeğini
kavramakta zorlanmayız.
Şimdi, burada bir dizi komplo teorisi geliştirmeye çalıştımı, Türkiye'de yaşanan
olayları ülke içindeki dinamiklerin dışındaki faktörlerle izah etme "kolaycılığı"nı
(?) tercih ettiğimi düşünenler çıkabilir.
Her şeyden önce, burada komplo teorileri filan geliştirmediğimi, aksine "dün"
bizim komplo teorileri olarak varsaydığımız "şey"lerin artık fiili
durumlar haline geldiğini altını çizerek vurgulamak istiyorum. Dünyanın küreselleştiği,
ABD'nin küreselleşen dünyanın ekonomik, siyasi ve kültürel kodlarını tek başına
üretebilecek "dünya imparatorluğu" haline geldiği bir dünyada, komplo
teorileri olarak adlandırdığımız şeylerin tedavülden çoktan kalktığını,
"fiili durumlar" haline geldiğini görmek durumundayız.
Heidegger'in "tek ve son filozof" olarak nitelediği ve felesefesine ilişkin
olarak tam dört cilt kitap yazdığı ünlü filozof Nietzsche, "total bir vizyona
sahip olamayanlar, gerçekleri anlamakta (ve anlamlandırmakta) zorlanırlar" der.
ABD'nin Soğuk Savaş'tan sona er(diril)mesinden sonra geliştirdiği "Yeni Dünya Düzeni"
kavramı çerçevesinde yapmaya çalıştığı önemli bir şey var: Dünyanın tek
hegemonik gücü haline gelmek ve dolayısıyla dünyadaki gelişmelere tek başına şekil
ve çeki-düzen vermek. Bilmiyorum dikkatinizi çekti mi, Doğu Bloku'nun çökertilmesinden
Kosova'ya yapılan müdahaleye kadar geçen süreçte ABD, stratejilerinin önemli bir bölüğünü
İslam coğrafyasının geleceğini kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmek şeklinde
hayata geçirmeye çalışıyor.
Neden?
Bunun en temel nedeni şu: Amerikan hegemonyasına karşı en kalıcı ve köklü direnişin
İslam coğrafyasından geleceğini çok iyi biliyor Amerikan yönetimi. Bu yüzden İslam
coğrafyasının siyasi, ekonomik ve kültürel haritasını bu coğrafyanın temel
dinamiklerini bastıracak ve ABD'nin çıkarlarını önplana çıkaracak şekilde dizayn
etmeye ve belirlemeye çalışıyor.
Burada geliştirdiğim argümanların doğruluğunu test edebilmek için kare kare ABD'nin
Soğuk Savaş'ın sona erdirilmesinden sonra Orta Doğu ve Avrasya'da gerçekleştiridği
müdahalelere bakmakta yarar var:
İlkin bizzat NATO Genel Sekreteri'nin ağzından Kızıl Tehlike'nin bertaraf
edilmesinden sonra öncelikli olarak mücadele edilmesi gereken tehlikenin Yeşil Tehlike
olarak adlandırılan İslam Tehdidi veya Tehlikesi olduğunu öğrendik.
Ardından Medeniyetler Çatışması, Tarihin Sonu ve Yeni Düznya Düzeni gibi kavramlar
ortaya atıldı.
Ve nihayet ABD, (İsrail'i de yanına alarak) Orta Doğu'ya, Orta Asya'ya, Kafkaslara ve
Balkanlara fiilen müdahale etti. Burada bir yandan Rusya'nın ve Avrupa'nın (siz bunu
Almanya diye okuyabilirsiniz) önünü kesmeye çalıştı; öte yandan da, Körfez Savaşları
örneklerinde açıkça gözlendiği gibi Orta Doğu'ya askeri, siyasi ve ekonomik olarak
yerleşti. Bölgede "istikrar" istediğini açıkladı. "İstikrar"ı
da "ABD'nin çıkarlarının korunması" olarak tanımlamaktan çekinmedi.
ABD'nin, bölgemizde demokratik rejimler istediğini söyleyenler avuçlarının içini
yalamaktan ya da şimdiden "Amerikancılık" yapmaktan başka seçenekleri
olmayacağını bilsinler.
Tüm bunların 18 Nisan seçim sonuçlarıyla ne alakası var?
Alakası şu: Türkiye, sıradan, otoriter ve totaliter bir Orta Doğu ülkesi haline
getirilmeye çalışılıyor. ABD'nin Türkiye'de de, Orta Doğu'da da demokratik rejimler
istemediğini, ABD'nin işbirliği yaptığı ülkelerin hemen tümümünün
anti-demokratik rejimlerden oluştuğunu gözü olan herkesin göreceği apaikar ortada.
ABD'nin istediği şey, "istikrar" dı demiştik. ABD, bölgede
"istikrar"ı, (yani kendi çıkarlarını) bölgemizdeki anti-demokratik
rejimleri koruyarak ve kollayarak her şeyden daha iyi garanti altına alabileceğini
herhalde herkesten daha iyi biliyor olsa gerek.
ABD, Türkiye'de de, bölgemizde de, geçmişte olduğu gibi bugün de, yarın da müslümanlığın,
siyasi, ekonomik ve kültürel iktidar aygıtlarını tanımlayacak, belirleyecek temel
"aktör" olmasını istemiyor. Bunun kendi çıkarlarını altüst edecek bir
"gelişme"yle sonuçlanacağının çok iyi farkında olduğu için Apo'nun
Suriye'den çıkartılmasından Kenya'da yakalanmasına geçen süreci bilfiil kendisi hazırladı
ve idare etti. Sonuçta ortaya çıkan tablo, 18 Nisan seçimlerinden sözümona
"milliyetçi" sağ ve sol "akımlar" şeklinde tezahür etti.
Bu tablonun Türkiye'nin temel dinamiklerinin geçmişte olduğu gibi gelecekte de ülkemize
çeki düzen veremeyeceğini söylemek bile gerekmiyor. Türkiye'de merkezdeki bir avuç
elit'in "çevre"deki toplumu, topluma rağmen adam etmesini bir süre daha
kolaylaştıracak. Çünkü bu tablo, hem ülkemizin geleceğini bizim temel
dinamiklerimizin şekillendirdiği "çıkarlarımızı", anlam haritalarımızı
ve en doğal haklarımız ve taleplerimizi bastıracak; hem Türkiye'nin iç ve dış
politikadaki seçeneklerini tüketecek, dünyanın küreselleştiği bir zaman dilimimde
bizim içimize kapanmamıza zemin hazırlayacak; hem de sonuç olarak Türkiye'yi ABD'nin
çıkarlarının korunmasına aracılık edecek bir ülke haline getirmekle sonuçlanacaktır.
Sözün özü, dün Avrupa'nın kurtaracağına "inandığımız"
"asiye"yi (yani Türkiye'yi) bu kez ABD'nin kurtaracağına inanmamız isteniyor
bizden. Güler misininiz, ağlar mısınız?