Bir Varoluş ve Direnişin Öyküsü
By Yusuf Kaplan
Türkiye, yakın tarihimizin en sancılı ve en kaotik dönemlerinden birini yaşıyor. Batılılar tarafından sömürgeleştirilemeyen bir kaç ülkeden biri olduğumuz için, bir anlamda dünyadan ve küresel sorunlardan kısmen de olsa kopuk ve "bağımsız" bir modern tarihe sahibiz. Batılılar tarafından sömürgeleştirilen ülkelerde, Batılıların yaptıkları yıkım ve tahribatı biz Türkiye'de maalesef -bilerek veya bilmeyerek- bizzat kendimiz yaptık.
Türkiye'deki aydınlar ve sosyal bilimciler bu gerçeği atladıkları için Türkiye'nin karşı karşıya olduğu sorunların kökenleri, nedenleri ve dolayısıyla muhtemel çözüm yolları konusunda "işlevsel" olabilecek, ses getirici çalışmalar yapamıyorlar. Örneğin, hiç bir ülkenin modernleşirken bizde olduğu gibi kendi anlam haritalarını, kültürel dinamiklerini ve tarihsel deneyimlerini olumsuzlama, dolayısıyla bir kültür ve medeniyet değiştirme yoluna gitmedikleri gerçeğini sürgit gözardı ediyorlar veya göremiyorlar. İşte bu nedenledir ki, dünyanın hiç bir ülkesinde bizde olduğu gibi elitlerle toplumun kimliklerinin birbirini beslemediğini, bütünlemediğini, aksine ittiğini farkedemiyorlar.
Yol Ayırımına Giden Yol...
Türkiye'de sürgit içinden çıkılmaz hale gelen ve ayartıcı şekillerde siyasallaştırılan en temel sorunlarımızın kökeninde elitlerle toplum arasında gözlenen bu kimlik çatışmasının yattığını, Türkiye'deki siyasi, ekonomik ve kültürel iktidar aygıtlarının meşruiyetlerini bizim anlam haritalarımızdan, kültürel dinamiklerimizden ve tarihsel birikim ve deneyimlerimizden almadığı için sorunlarımızın kangrene dönüşmesini önleyemediği gerçeğini görmek zorundayız.
Bu yüzden Türkiye'deki iktidar aygıtları bir meşruiyet, hegemonya ve özgüven krizi yaşıyor. Bu da, bizim deneyimlerimizin doğal ürünü olan toplumsal, siyasi ve kültürel taleplerimizin iktidar aygıtlarına yansıtmak için gösterdiğimiz çabaların elitler tarafından -kimi zaman- son derece kaba ve primitif yöntemlerle engellenmeye çalışılmasına zemin hazırlıyor.
Şu an Türkiye tam bir yol ayırımına gelmiş durumda. Türkiye'nin sorunlarını hal yoluna koyabilmek için toplumun taleplerini, duyarlıklarını ve önceliklerini iktidar aygıtlarına yansıtmayı rasyonel şekillerde başaramadığımız sürece sürgit ana/kronikleşen, herkes(im)i iflah olmaz bir bezginliğin ve paranoyanın eşiğine sürükleyen sorunlarımızın muhtemel çözümlerini bulabilmemiz hayal olacaktır.
Türkiye, yaşadığı bu zorlu ve travmatik tecrübeleri, uzun vadede bir kazanıma dönüştürebilecek ve yeniden bölgemizdeki -kendisinden beklenen- tarihi rolünü oynayabilecek potansiyele sahiptir. Yeter ki, bugüne kadar yaşadığımız sorunları toplumdan korkmadan çözümlemenin yollarını bulabilelim. Toplumumuzun, yaşadığımız tecrübelerin anormalliğine bakarak ve hiç bir -büyük- toplumun bu tür anormalliklerle geleceğe güvenle ve emin adımlarla yürüyemeyeceği gerçeğini farkederek önümüzdeki on yıllarda önemli atılımlar gerçekleştireceğini düşünüyorum.
Şu an yaşadığımız tarih, bizim yaptığımız veya icat ettiğimiz bir tarih değil. Batılıların yaptıkları ve icat ettikleri bir tarihi biz de yaşamak için çırpınıp duruyoruz. Tarihimizi (=geçmişimizi ve geleceğimizi), kaderimizi, kendi ellerimize almayı başaramadığımız sürece kendimiz olarak varolabileceğimizi elbette ki söyleyemeyiz.
Batılıların icat ettikleri bir tarihte ve zaman'da yaşadığımız için, yaşadığımız sorunlar kısmen de olsa bizim tarihimizin (=tecrübelerimizin) ürünü olan sorunlar değil.
Yaklaşık bir asırdan bu yana Batı medeniyetinin köklü bir kriz yaşadığı gerçeğini unutmamamız gerekiyor. Batı medeniyetinin tüm dünya üzerinde hegemonya kurmayı ve Batı kültürünün kodlarının tüm dünya ölçeğinde yaygınlaşmasını sağlamayı başardığı doğru. Ancak Batı medeniyetinin bu denli küreselleşmesinin ve dünya üzerinde hegemonya kurmasının sorunsuz olmadığı gerçeği de gün gibi ortada.
Başka Bir "Zaman"da Yaşamak...
New York Times gazetesinin "kıdemli" yazarlarından Thomas Friedman, geçtiğimiz günlerde yayımlanan bir kitabında, Batı uygarlığının dünyaya adalet, barış ve huzur getirmek yerine türlü adaletsizlikler, huzursuzluklar ve savaşlar armağan ettiğini söylüyor.
Batı modernliğini/modernleşmesini üreten aydınlanmacı akıl, gerçekliği salt rasyonel/fiziksel olana indirgeyerek, görünür olmayan fizikötesi gerçekliği anlayamadığı için yoksaymıştı. Bu durum, her şeyi fizik gerçekliğe indirgeyerek tanımlayan Batı ülkelerinin fizik gerçekliği ve dolayısıyla diğer toplumları, kültürleri kontrol etme güdülerini ve iştihalarını "meşrulaştırınca", ister istemez önce Batı'da, ardından da Batı-dışı toplumlarda sorunlar katlanarak arttı.
"Direnişimiz" Sürüyor
Bugün gelinen nokta şu: Gerçekliği fizik gerçekliği eksene alarak tanımlayan Batı kültürü, gerçekliği salt fizikötesi gerçekliği eksene alarak tanımlayan Doğu kültürlerini tüketmeyi başardı. Ancak Batı kültürünün tüketici, yokedici, düzleştirici etkisi, gerçekliği, aynı anda hem fizik hem de fizik ötesi gerçekliği meczederek tanımlayan İslam kültürünü tüketmeyi başaramıyor. Bu nedenledir ki, müslüman toplumlara, müslümanlığın ürünü olan özgün kodlarını terketmeleri "yokedici bir güç" tarafından dayatılmadığı sürece Müslümanlar, müslümanlara adalet, barış, kardeşlik öğütleyen anlam haritalarını "kendi"leri kalarak yeniden icat etmenin yollarını keşfetmeyi ve Batı kültürünün kodlarına, yıkıcı etkilerine karşı yaratıcı "direniş biçimleri" geliştirmeyi başaracaklar.
Türkiye'nin Birikimi sloganıyla yayınlanan Yeni Şafak, bir kaç yıldan bu yana sürdürülen fosilleştirme, bu ülkenin insanını müslümanlığın anlam haritalarından uzaklaştırma operasyonlarına karşı her şeye rağmen dimdik ayakta durmasını bildi. Bizim, müslümanlar olarak her zaman yeni şeyler söyleyebilecek bir potansiyele sahip olduğumuzu, söylemlerimizden vazgeçmemizin "kendi"mizi inkar anlamına geldiğinin bilincinde olarak yayın hayatını sürdürdü.
Yeni bir kampanya dönemine bu bilinç ve idrakle giriyoruz. Okuyucularımızın bizim taşıdığımız heyecanı aynıyla paylaştıklarını çok iyi biliyoruz. Bunun bir göstergesi olarak bu haftadan itibaren okuyucularımızın gazeteye daha doğrudan katılmalarını sağlamak amacıyla bir okuyucu mektupları köşesi açıyoruz. Okuyucularımızın, gerek gazeteye ilişkin, gerekse Türkiye'nin spesifik sorunlarına ilişkin görüşlerini beklediğimizi belirterek bu haftaki editoryali noktalamak istiyorum.