Gelenekten Geleceğe
By Yusuf Kaplan
Tarih bilinci köreltilmeye, zengin siyasi, kültürel ve sanatsal birikimi
olumsuzlanarak yoksayılmaya, hafızası sıfırlanmaya çalışılan bir toplumda yaşıyoruz.
Hala en temel sorunları irrayonel ve anormal şekillerde tanımlanmaya, anlamlandırılmaya
ve sözümona çözümlenmeye çalışılan bir toplumun kaçınılmaz olarak karşı karşıya
kalacağı şey maceralardan ve kaos olsa gerek.
Gelenek, ünlü düşünür Gadamer'den esinle söyleyecek olursak, bir topluma kimliğini,
kişiliğini kazandıran kök-paradigmaların ve anlam haritalarının köksaldığı; sürekli
yenilenmeyi, yeniden icat edilmeyi bekleyen "gürül gürül akan bir nehir"dir.
Bir toplumun anlam repertuarıdır.
Kendi anlam repertualarını kendi kök-paradigmaları doğrultusunda yenileyemeyen
toplumlar, hem güçlü, kişilikli şahsiyetler yetişltiremezler; hem de bunun doğal
bir sonucu olarak siyasette, sanatta, kültürde, düşüncede çığır açacak, iz bırakacak
atılımlar yapamazlar. Sonuçta, ya sürgit arkaikleşmeye ve anakronikleşmeye yüztutan
geçmişin kalıntılarını ve kalıplarını tekrarlamaya mahkum olurlar; ya da, bugün
için bir anlam ifade etmediğini, karşılığı olamadığını düşündükleri geçmişi
gelenek olarak tanımlayarak yoksaymaya başlarlar.
Geleneği Olmayanın Geleceği De Yoktur
Bu iki "yol" da sonuç itibariyle çıkmaz sokaktır. Oysa yapılması gereken
şey, bir toplumun kimliğini oluşturan birikimin anlam haritalarından yola çıkarak
geleneği sürgit yenilemenin, yeniden icat edebilmenin yollarını araştırabilmektir.
Geleneği olmayanın geleceği de yoktur. Dahası, geleneği olmayanın geleneği eleştirebilme,
olumsuzlama yetkisi de yoktur. Geleneği eleştirebilmek için geleneği çok iyi bilmeniz
ve kavramanız zorunludur. Aksi takdirde, eleştiri adına yapıp ettiğiniz her şey, yıkımdan
başka bir anlam ifade etmez.
İki yüz yılllık modernleşme tarihimiz boyunca becerebildiğimiz tek şey, kendimizi,
kendi anlam haritalarımızı tersyüz etmekten ibaret olmuştur. Oysa kendisi olamayanların,
kendi medeniyetlerinin ve kimliklerinin farkında bile olamayanların, başkalarına bir
kimlik, bir dünya tasavvuru önerebilmeleri hayaldir. Başka medeniyetlerle ve kültürlerle
yaratıcı bir ilişki ve iletişim kurabilmenin yolu, güçlü bir medeniyet veya kültür
bilincine ve birikimine sahip olmaktan geçer. Eğer ortada "siz" yoksanız, hem
başkalarının sizi ciddiye almalarını beklemeniz; hem de zaten yok-olan-kimliğiniz-ve-kişiliğinizle
başkalarına bir şeyler verebilmeniz imkansızdır.
Türk Medyası Diye Bir Şey Yok!
Tüm bu gözlemlerden sonra, Türk medyası diye adlandırabileceğimiz bir şey yok,
diyebiliriz. Türk medyası diye bir şey yok, diyorum, çünkü, Türk medyası, bir
zamanlar Batılı modernlerşme veya batılılaşma teorisyenlerinin Batı-dışı
toplumları modernleştirmek veya Batılılaştırmak için geliştirdikleri teorileri
uygulamktan başka bir şey yapmıyor. Batı toplumlarında medya, bu toplumların kültürlerini,
anlam haritalarını yeniden icat eden bir işlev üstlenirken, Türkiye'de Türk medyası,
Türk toplumunun anlam haritalarını yeniden icat etmek gibi bir işlev üstlenmiyor.
Aksine Türkiye'de bir zamanlar misyonerlerin yaptıkları şeyi yaparak, toplumumuza,
bambaşka değerler, anlam haritaları, yaşam biçimleri ithal etmekle iştigal ediyor.
İşte bu nedenledir ki, Türk medyası Türk medyası olamıyor ve dolayısıyla Türk
toplumunun en temel haklarını ve özgürlük alanlarını genişletmek yerine daraltacak
bir misyon/erlik faliyeti sürdürüyor. Deyim yerindeyse, "birileri" şak
diyor, Türk medyası da tak diyerek yapıveriyor.
Bu devran böyle gitmez. Bu devranın böyle gitmeyeceğini, okur-yazarlık düzeyi
neredeyse sıfırlanmak üzere olan bir toplumda, promosyonsuz Türk basınının acınası
hali göstermeye yetiyor olsa gerek. Yaklaşık 2000-3000 kişiden oluşan tuhaf bir eğlence-kültür
endüstrisinin kaderi, herhalde bundan daha iyi olamaz.
Kaldı ki, vaziyet böyle gittiği sürece geleceğin görüntülü ve yazılı Türk basını
için hiç de iyi olmayacağını kestirebilmek için kahin olmak gerekmiyor.
Bu nedenle Türk medyasının "parlak" bir geleceğe sahip olabilmesi için,
geleneğe sahip çıkmasından, geleneği yeniden icat edebilmenin yollarını keşfetmekten
başka yolu yok. Misyonerlikle, psikolojik savaş veya propaganda teknikleriyle bir
topluma sonsuza dek "hükmedebilmek", işaretlerini şimdiden görmeye başladımız
gibi hüsrandan başka bir şey olmayacaktır.